12 Haziran 2015 Cuma

çikolata

13:42 Posted by aganta , No comments




Bir şişmanın görevi her gün çikolata yemektir. Belki de aynı şişman kişi bir gün "minik" bir çikolata cumhuriyeti kurmayı düşünebilir. Bu cumhuriyette insanlar komple çikolatadan yapılacaktır ve böylelikle hiç kimse şeklini şemalini beğenmediği için kimseyi dışlama hakkını kendinde görmeyecektir. Herkes çikolatadan olursa dünya şüphesiz ki daha güzel bir yer olacaktır. Örnekler çoğalabilir, çikolata yerine başka kelimeler kullanılabilir. Mesela sevgi.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

kitap










- Kitap çıkınca okuyacağım.
- Kitabın çıkmasına gerek yok sen kendine inan.
- Kitap çıksa okurdum, inanırdım o zaman. Çabalamaktan geçtim artık çırpınıyorum.
- Kitabın çıkmasına gerek yok sen özgürsün.
- Kitap çıkınca göreceğim özgürlüğü, dokunacağım.
- Kitabın çıkmasına gerek yok sen busun.
- Kitap çıksa öğrenirdim kendimi. Çıkmıyor ama.
- Kitabın çıkmasına gerek yok, kitap sensin.

kuş

16:42 Posted by aganta , , , , , No comments





Bir zamanlar güzel mi güzel bir saka kuşum vardı. Adını Memati koymuştum. Kuşum, yanına bir Hayati alamadan ölüp gitti. Benim yüzümden.
Çünkü ben ölümden başlamıştım hayata. Kuşlarımın adlarına da.
O gün, bugündür, yani hayata ölümden başladığım günden beri böyledir bu.
Ben dokunurum, hayat kurur.

26 Mayıs 2015 Salı

hayal yetmezliği

16:35 Posted by aganta , , , No comments










Hayallerine inanan bir adam vardı. Bu adam; hayalleri çerez niyetine yiyip, keyifli, kötü adam kahkahaları atan bir şehirde yaşıyordu. Şehir onun hayallerini yedikçe adam hayal etmeye devam etti. Adam hayal ettikçe, şehir hapur hupur yedi hayalleri. Ama adam hiç vazgeçmedi, hiç ama hiç. Sonra bir gün adam hayal yetmezliğinden öldü. Ve şehir adamın bütün hayallerini kustu.



13 Mayıs 2015 Çarşamba

kuyu

15:00 Posted by aganta , No comments



Yaratıcı bulmamıştım ama hakikaten kör kuyuymuş şimdi anlıyorum. Bunun yaratıcılıkla filan ilgisi yok, ilgili olan tek şey bir kuyu. Öyle bataklıklı, karanlıklı da değil üstelik. İnsanı kendine tatlı tatlı, fark ettirmeden çeken sinsi bir kuyu. Bazen hah diyorsun kurtuldum ama bir bakıyorsun ki sadece bir illüzyonmuş, serapmış, yalanmış, o çıktım sandığın açıklık.
Bu evini pastadan, şekerden yapan cadı gibi. İnsan kılığına giren bir şeytan. Melek kılığına giren bir insan. Avını kandırmak için tuzağın üstünü kapatan bir avcı. Kuzu kılığında amansız bir kurt gibi.
Sesi kaybettim artık gördüğünüz gibi. Sadece ben varım. Bir de kuyu. Kuyu konuşamıyor neyse ki.

Bir şeyleri çok geç anladığımı söylemiş miydim, sanırım daha söylemedim.



11 Mayıs 2015 Pazartesi

7 Mayıs 2015 Perşembe

direniş





Direniyor ruhu. Sabah bedeni zorla yataktan çıkarıp sokağa atmak, karnının ortasındaki düğümü bastırmak için sigara üstüne sigara içmek, içindeki sesi susturmak için gülmek de gülmek, havaların güzelliğinden konuşmak,
amaçsız kalıp yine de çalışmak ve çalışmak ve çalışmak direnmekten sayılırsa eğer... Direniyor evet.



6 Mayıs 2015 Çarşamba

24 Nisan 2015 Cuma

iç ses, içli ses






Adına nisan dediğimiz bir ayın ortasında bir sabah kuşlar uyanıyor. Sense içinde takılı kalmış bir bozuk plak gibi çalıp duran bir Orhan Gencebay şarkısıyla başlıyorsan güne. Ya evde yoksan? Evdeyim, evde, evimde. Benim evrenim, benim nisanım burada. 
Hadi hadi iyisin, şeklin, şemalin yerinde. Gençsin daha. Gamzen var baksana, ne hoş. Doksanlardaki dişleri ayrık, paspal popçular gibi hissetme kendini, iki binlerde hepsi şekli düzeltti, afililer şimdi. Tıpkı senin gibi.
Biliyorsun bu ruh halleri hep geçici, döneceğim yine içimdeki kör kuyulara. Kör kuyuymuş aman ne yaratıcı. Dönme. Hep burda kal. İyi böyle. Uğraşma benimle, kendinle. Sen istediğin kadar çırpın devran dönüyor, sen istesen de istemesen de. Yaşasan da, ölsen de.
Bunlar hep Orhan Gencebay yüzünden oluyor, hep Orhan Gencebay yüzünden...




21 Nisan 2015 Salı

yağmur

12:46 Posted by aganta , , No comments




Yağmur yağıyor. Bardaktaki kahveyi sonuna kadar içmişim. Yağmur yağıyor. Okumadığım milyonlarca kitaba bakıyorum. Yağmur yağıyor. Yazmadığım hikayelerimle olmamışlığım el ele tutuşmuş benden ayrılıp, beni terk edip; hikayelerini yazamayanların ve olmamışların diyarına gidiyorlar, dolu dizgin, neşeli. Yağmur yağıyor. Saydamlaşıyorum, içimden akıyor sular oluk oluk. Ne güzeldir yağmur içmek değil mi, ne güzeldir arınmak, pak olmak. Ama vıcık vıcık, katrana benzeyen bir çamur kalıyor geride. Yağmur yağıyor. Ben çamura dönüşüyorum.


 

20 Nisan 2015 Pazartesi

16 Nisan 2015 Perşembe

yağmur geçiren hikâye



Otobüsten indiğinde yağmur yağıyordu. Kavuran sıcakların ardından düşen ilk damlaları her zaman sevmişti. Şemsiyeleri, soğukları ve karın vıcık vıcık grisini ise hiçbir zaman sevmemişti.
Ama ilk kez giydiği deri ceketi, dağınık saçları, otobüsten iner inmez yaktığı sigaradan aldığı nefesle kendini karizmatik ve güzel hissetmişti. Öyle olmasa bile. Aslında genelde böyle hissetmezdi, hatta dış görünüşünü çoğunlukla düşünmezdi. Hayatının erken zamanlarından birinde çirkin olduğuna karar verip bu konu üzerinde düşünmeyi de konuyu kurcalamayı da bırakmıştı. Böyle anlık hissetmeler dışında… Öyle hissetse de aslında düşündüğü kadar güzel ve karizmatik de görünmüyordu. Temsilen şekil a’daki gibi değil şekil b’deki gibi görünüyordu.

        Şekil A                                                                           Şekil B



Zaten akabinde de ensesine damlayan yağmuru düşündü.  Yağmur damlası daha ileriye gidemiyordu.
Gidebilseydi keşke, diye düşündü. Yağmurun sırtından aşağıya, iki göğsünün arasına, göbeğinin üzerinde gezinmesini istiyordu. İnsanoğlu hep yağmuru engellemek için bir şeyler üretmiş, yağmur geçiren bir şey olsa ya, diye düşündü.

Birileri şekil a ile şekil b gösterilerek hikâye yazılmaz diyordu. Ama o yaşamının bir yerinde bunun bir hikâye olmadığına karar vermişti zaten.




15 Nisan 2015 Çarşamba

aşk







"Aşk hiç bitmez  hep büyür güzelim bakma ben sen onlara. ben buralara düşmezden önce, her gece başka adamları koynuma almazdan önce, bu kaldırımlara, bu her tarafı başka bir insan kokan evlere düşmezden önce, tanışırdım aşkla. Arkadaşımdı benim, gözleri, dilleri, saçları bir bakire arkadaşım. Hiç bitmez o hiç gitmez güzelim. Vefalıdır, huyu suyu güzeldir boyu bosu kadar, tersi pistir yalnız ama saklar o yüzünü. Sen bakma onlara, inan aşk öyle bitmez kolay kolay."

3 Nisan 2015 Cuma

düğüm






"Beni de içine katarak koskocaman bir düğüm olmuş hayatı," dedi kadın karşısındaki, grilerden gri beğenip gururla yükselen binaya bakıp, "birileri tel tel ayırmış, bütün doğru yollardan gidip tüm sorunları çözmüş, yetmemiş ipleri tek tek kesmiş. Her ipin sonuna bir insanı bağlamış, oynatıyor, söyletiyor, sevdiriyor." Hiddetlendi sonra, "Ben oyunu kuralına göre oynamak istemiyorum ulan, istemiyorum! Oyununuz da, düğümleriniz de, rolleriniz de sizin olsun. Ah bi ölebilsem. Bi ölebilsem," diye bağırdı. Omuzları düştü. Umutları da oracıkta söndü.

1 Nisan 2015 Çarşamba

gidenin ardından





O gideli yedi gün olmuştu.

Birinci gün, boşluğa öylece baktı.
İkinci gün, aman be dedi giderse gitsin, beni istemeyeni ben hiç istemem.
Üçüncü gün, bir yumru gelip boğazına oturdu. Ağlamaya direndi.
Dördüncü ve beşinci gün ağlamaktan başka hiçbir şey yapmadı.
Altıncı gün, birlikte geçirdikleri on yılı düşünmeye başladı.
Yedinci gün, uyanıp yatakta doğruldu ve tüm gün oradan ayrılmadı.

Ta ki.

30 Mart 2015 Pazartesi

anlatan




Bazen insanların anlattıklarından korkuyordum. Anlattıklarımdan da. Anlattıklarımı anlatacaklarından ise daha da çok korkuyordum. İnsanlar anlattıklarıyla var oluyordu ve ben bu varoluşu reddetmek istesem de susamıyordum. Bazen de diyordum ki ne olacaksa olsun ulan. Olsun. Olsun ve yalnız başıma öleyim.

27 Mart 2015 Cuma

yazamayan yazar




Bir adam bir roman yazmaya çalışıyordu. Günlerce düşündü, yazdı, çizdi, sildi, yırttı, arttı, pes etti, heyecanlandı, yıldı, umutlandı, vazgeçti, baştan başladı, ortadan başladı, sondan başladı, her seferinde başa döndü, üzüldü, ürktü, bıraktı, listeler yaptı, kitaplar okudu, okudu, okudu, yazdı, yazdı, yazdı. Tüm bunlar olurken zaman geçti. Haftalar, aylar, yıllar geçti. Adam da romandan vazgeçti. 
Ama sonra tekrar oturdu masasına, eline kağıdı kalemi aldı ve roman yazamamasının kitabını yazmaya başladı. Bu hikâye de onun taslağıydı.

17 Mart 2015 Salı

zombi




Bütün hafta sonu boyunca evden çıkmamıştık, adeta rüyada gibiydik. Kah film izliyor, kah sevişiyor, kah yemek yiyor, muhabbet ediyor, gülüyor, eğleniyor, kısacası tembelliğin dibine vuruyorduk. Gülüşlerimiz arasından nereden geldiğini anlamadığımız garıl gurul, krov kruv, hır kırrrr gibi bazı sesler duysak da kulak arkası ediyor, önemsemiyorduk. Hayat bize güzeldi. Fakat sonra süt bitti. Süt bitince de sevgili kocam süt almaya gitti. Uzun bir süredir onu bekliyor, bu satırları onu beklerken yazıyorum. Gelmiyor, sesler beni endişelendirmeye başlıyor, başına bir şey gelmiş olmasından ve pencereyi açıp dışarı bakmaktan korkuyorum. Ahh kapı çalıyor ama o sesler de gelmeye devam ediyor. Neyse açacağım. Kesin o geldi. Şimdi geliyorum. 
Kapıyı açamadım. Zil çalmaya devam ediyor. Bu sefer açacağım.




16 Mart 2015 Pazartesi

küçük şeylerin süper kahramanı







Ben de isterdim kötü adamı yakalayıp süper kahraman olmak, dünyayı kurtarıp her şeye dünyanın tepesinden bakmak. Ama işte küçük şeylerin süper kahramanıyım yalnızca. Bugün bi kediyi izledim, bir çöpü yerden alıp çöp kutusuna attım, kaybolan telefonumu buldum, bir sineğe pencereyi açtım, tüm insanlığın iyiliği için ayakkabılarımı sildim.
Geçen hafta da metrobüste, sırf insana benziyor diye bir adama gülümsemiştim. Bana deliymişim gibi baktı. Deli değilim dostum, süper kahramanım sadece demedim, kitabımı okumaya devam ettim.
Dünyanın en sıkıcı süper kahraman hikâyesi -neyse ki kısa- burada son buluyor.
Dı end.



13 Mart 2015 Cuma

gitmek

O gitti. Sen kaldın geriye. Şimdi lağım kokan, ışıksız, pencereleri boşluğa bakan bu yapış yapış odada sessizliğin seslerini dinliyorsun. Yalnızlığının kuytularında üşüyorsun. Hayatın ve kadınlığının tam ortasında.
Sesler geliyor. Komşu kadın çığlık çığlığa bağırıyor. “İstemiyorum seni. Seni istemiyorum. Burda olmak istemiyorum. Bırak! Gideceğim! Evime.” Son hecede çatallanıyor sesi. Tutsak bir çığlığa dönüşüyor. Duvarlara vuruyor belki de başını. Tutuyorlar onu, gidemiyor kadın.
O gitti. Elde sen kaldın sadece. Bir de yan komşudan gelen çığlıklar. O terk edince ölemedin bile. İçmediğin hapların son kullanma tarihini bekledin. Kafana sıkamadığın kurşunları biriktirdin. Üzerinden atlayamadığın köprülerden geçip gittin. Ölemedin.
Kapı açılıyor aniden. İçeriden gelen neşeler doluyor odaya. Kahkahalar, bağır çağır sevinçli adamlar ve kadınlar. Aynı evin arkadaşları onlar, ev arkadaşlığı dediğin başka ne olabilir ki? Bir adam şarkı söylüyor fonda. Çağırıyorlar, kalıyor kadın.
O gitti mutsuzluk kaldı geriye. Sen hatırlarken aptal bir gülümseme yerleşiyor yüzüne. Beyoğlu’nun her rüzgarda farklı bir hava, farklı bir ses getirdiği sokaklarda kalıyor hatıraların. Güldünüz. İçtiniz. Köşelere kustunuz içtiklerinizi, sevginizi, şevkinizi.
Kapının ardında boğuluyor içeridekilerin sesi. Yan dairedeki kadın hala ağlıyor. “Bunaldım. Anlamıyor musun? Gideceğim.” Karşısında bir adam. Adamın sesi yok.
O gitti. Sen ağlayamıyorsun bile. Odanın kokusuna sinmiş yokluğu. O otobüs durağında kalmış olmamışlığı. Hani fısıldamıştı kulağına: “Benimle kal, benimle öl.” Şimdi, en kalın kitaplarının arasında kurudu o günden kalan güller.
Kadın kalkıyor. Duman altı odadan çıkıp sesleri geçiyor. Koridorlar,
içindekilerden daha kısa. Dış kapıysa yakın. Apartman boşluğunda öylece ayakta dururken ışık sönüyor.
O gitti. Sen de git hadi. Çal şu komşunun kapısını. Diğer taraftalar. Bak bunlar nefesleri. Bak burada tükenmiş gülüşleri.
Işık tam söndüğü an basıyor zile. Nefesler şaşkınlıkla kesiliyor. Bir an sonra kapı açılıyor. Sessizlik tam ortalarında yoğunlaşıyor.
O gitti. Sen de tut şu rimelleri yanaklarını yalamış kadının elinden. Birlikte gidin. Yeni gülüşler, taze neşeler tüketin.

Elini uzatıyor kadın ağlayan kadına. Adamın eli hâlâ kapının kolunda, bekliyor. Kaybettiğini biliyor artık. Öfkesi yok, umudu yok, çaresi yok. Kalkıyor kadın, halıya silkeliyor gözyaşlarını. İki kadın üzerlerine kapanan kapıları açıp gidiyorlar. 


11 Mart 2015 Çarşamba

cadı

15:27 Posted by aganta , , , No comments







"Bir insan nasıl her şeyi bilebilir oğlum."
"Bu kadın biliyor abicim." dedi arkadaşı, sonra daha gizemli bir havaya bürünerek, bir sır verir gibi fısıldadı. “Her şeyi biliyor. Bütün mahlûkatın, nebatatın, beşeriyetin en derin sırlarını; yerin yedi kat üstünü, yedi kat altını, bilinmeyen diyarları, geçmişi, geleceği her şeyi ve her şeyi biliyor.”
Adam düşündü. O zaman onun öğrenmek istediği şeyi de bilirdi. Şüpheler içini kavururken bu bir çıkış yolu olabilirdi.
“Ölümsüz olduğunu söyleyenler var. Bir insan yeterince uzun yaşarsa her şeyi bilir.”





9 Mart 2015 Pazartesi

distopya








Pat pat pat. Kalabalığın birbirine ayak uydurup tutturduğu ritmi dinledi. Sabahları şehrin uğultusuna karışan bu düzenli patırtı midesini bulandırıyordu. Gri bir distopyanın içinde yaşadığını düşünüyordu bazen. Ama insanlar bir distopyada yaşadıklarını fark etmezlerdi. Bu, gerçeğin ta kendisiydi. Kalabalığa karıştı. Bu sürü, ite sürükleye götürecekti onu işe, kaygıya gerek yoktu. Önce metrobüse, sonra metroya, en sonunda da gönüllü işkencehanesine varacaktı, kurtuluşu yoktu. Birkaç yol ayrımında kalabalık aktarması yapması gerekiyordu o kadar.




6 Mart 2015 Cuma

kıymık

11:15 Posted by aganta , No comments


Bu gece zorla girdiğim evlerin sonuncusunun terasında oturmuş şehri izlerken bulmaya çalışıyorum içime bilmediğim bir zamanda girmiş o küçük parçayı. Her gece nerde bitip nerde başladığını bilemediğim, ben aradıkça batan, ben dokundukça acıyan, kanayan, kaynayan bir yaraya çarpıyor ellerim. Sızlıyor, zonk zonk zonkluyor da onmuyor bir türlü.

“Bu gece son”lardan bir tanesindeyim yine. Az sonra şehrin üzerine sapsarı bir gün doğacak. Gün yalnızlığıma batacak. Ve ben yine bir şehrin tepesinde içimdeki kıymığı atamayacağım.

4 Mart 2015 Çarşamba

uzaylı

16:10 Posted by aganta , , No comments



Uzaylıların dünyayı istila etmesi, üzgünüm ama, iki dakika sürer.
Bu dakikaların ilkinde uzaylılar dünyaya gelir ve tüm insanlığı yok eder.
İkincisinde insanlıktan artakalanları temizleyip işlerine bakarlar.
Dı end.


27 Şubat 2015 Cuma

tembel

13:34 Posted by aganta , , , , , 2 comments


Önce pazartesi eve gidince çalışmaya karar verdim. Sonra yemekti, ıvırdı, zıvırdı, kıvırdı derken geç oldu. E geç olunca uyumak lazım geldi, uyuyunca rüya görmek, rüya gördükçe uyumak. Sonra sonra bi de uyanması var. Böyle ertesi gün oldu.
Sonra dedim salı çalışırım. Yemekti, ıvırdı, zıvırdı sabitlendi. Sonra biri geldi, biri gitti. E geç oldu, bi saatten sonra da çalışılmaz ki..
Sonra sonra ben Oblomov muyum dedim. Oblomov muyum lan ben dedim, bağırdım. Çalışıcam bugün dedim. Çarşamba günüydü. Ama o gün hava kötüydü uykum geldi erkenden yattım. Dedim yarın çalışırım. Yaparım bunu.
Perşembe günü Oblomov'u falan unutup film izledim bi güzel. Sonra rüyalardan bi çağrı aldım. Gelmezsen olmaz dediler. E kıramadım. Rüyaları kırarsanız lanetlenirsiniz, kafanıza kâbus düşer. Bunu göze alamadım. Uyudum.
Cuma günü oldu böylece. Ama cuma günü nerden baksanız kutsal bi gündür. En çok da haftayı bitirdiğinden. Keyif yapmak lazım. Yemek filan yapıp birayla günü kutsamak lazım. Gülmek lazım filan. Bunlar hep yapılası şeyler. Sonra sonra rüyalar peşinizi bırakmaz, tonton komşu teyze gibidirler, gel derler tatlı tatlı sana zeytinyağlı yaprak sarması yaptım. E gidersiniz. Normal bunlar.
Böylece ve böylece cumartesi olur. Ve siz çalışamadan gidersiniz gideceğiniz yere.

25 Şubat 2015 Çarşamba

sıkışık ruh yahut dolap

15:10 Posted by aganta , , , No comments


- Bulutlardan mı bu ruh sıkışıklıkları yoksa rüzgârdan mı bilemedim dostum. Eften de olabilir püften de. Belki belki Jüpiterdir. Ne işi varsa benimle... Belki içim çok dolmuştur, katlamadan koydum galiba her şeyi. Çıkartıp düzene koysam belki düzelirim şöyle jilet gibi olurum ha,
ne dersin?
- Bence iyi böyle ama yine de sen bilirsin.

20 Şubat 2015 Cuma

kadın

15:20 Posted by aganta No comments




Uyuyorum. Temizlik yapıyorum. Kitap okuyorum. Yazıyorum. Yemek yapıyorum. Yemek yiyorum. Ve uyuyorum.

Ah o Banu kedi bakıyor. Banu dergide çalışıyor. Banu örgüte üye. Banu eylemde ve dernekte. Banu dışarıda ve hayatta. Banu yazıyor ve yaşıyor. 

Ve ben uyuyorum. Temizlik yapıyorum. Kitap okuyorum. Yazıyorum. Yemek yapıyorum. Yemek yiyorum. Ve uyuyorum.

Ah o Pelin erken kalkıyor. İki saat güzelleşiyor. Pelin sokakta, gezmede, yemede, içmede. Pelin her yerde. Pelin güzel, mutlu ve yaşam dolu.

Ve ben uyuyorum. Temizlik yapıyorum. Kitap okuyorum. Yazıyorum. Yemek yapıyorum. Yemek yiyorum. Ve uyuyorum.

Ah o Leyla çalışıyor. Leyla çocuk doğuruyor. Leyla çocuğa bakıyor, onu besliyor, büyütüyor. O Leyla mutfakta aşçı, sokakta hanım ve yatakta fahişedir. Ve annedir. Şimdi burda olsa da yeri cennettedir.

Ve ben uyuyorum. Temizlik yapıyorum. Kitap okuyorum. Yazıyorum. Yemek yapıyorum. Yemek yiyorum. Ve uyuyorum. Ve tüm bunları penceremin ardından, dışarı hiç çıkmadan ve yaşamadan öğreniyorum.

17 Şubat 2015 Salı

yalnız




Bir adam vardı bir kitapta yaşayan. Aşkı için başı sonu olmayan şiirler yazan ama sevgisiz, gururu için yıllarca savaşan ama onursuz. O kitaptaki sarı kelebekler kondu bugün burnuma.
Bu şehirde gökten çiçek yağmaz.
Bu şehirde kimse cennete uçmaz.
Bu şehirde kimse kendi kefenini dikmez.
Ama hep yalnızdır yine de...


16 Şubat 2015 Pazartesi

masal



Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde. Masallar zaman, kahramanlar yelkovan iken bir şehirde kapkara bir gün batmış. Gün batar batmaz  kapkara ufuklara, binbir mahlukat çıkmış ağulu deliklerden. Dağılmışlar yollara, kepçe kazan. Şehirliler kapatmış ışıkları, sarılmış yatağa, yorgana, duaya.
Bir sokaktan "is" demişler mahluklar,
Bir sokaktan "tan" demişler mahluklar.
Bir sokaktan "bul" demişler mahluklar.

Kerevetine çıkmış İstanbul.

13 Şubat 2015 Cuma

çocuk





Bir kız çocuğu doğdu, doğulamayacak kadar sıcak bir yaz günü ortasında. Ağladı güldü büyüdü. Koşmaya başladı, yokuşlardan aşağı. Ayaklarında kirli spor ayakkabıları. Ayakkabıları cırt cırtlı. Cırt cırtları çapraz. Yeşil. Güldüler. Düştü küçük kız koşarken, kalktı kalktı düştü. Yaraları kanadı kızın kabuk bağlayıp yine kanadı. Yokuşlardan aşağı koştu, yokuş küçüldü.

Bisiklete bindi kız. Mavi bir bisiklet, vitesli bir erkek bisikleti. Tekerlekleri sağlam, kalın. Demiri dimdik. Güldüler. Yoktu bisikletin sepeti, yoktu ince narin tekerlekleri, tekerleklerinde incikleri. Sürdü kız alabildiğince indi yokuşlardan düştü düşebildiği kadar kanadı yaraları. Bisiklet bir samanlıkta asıldı. Samanlık küçüldü.

Ağaca çıktı kız. Dut ağacına. En tepesine dalların. Düştü düşecek, kaçtı kaçacak son yemişi tutmaya. Tutacakken düştü yemiş, dağıldı çekirdekleri, balı, lezzeti. Güldüler. Düştü kız fersah fersah aşağı yaraları gömüldü iyice, yaraları kanadı. Küçük dal büyüdü, ağaç küçüldü.




illüzyon

18:11 Posted by aganta No comments

Hayat kendini sürekli yenileyen bir illüzyondur.  Parçası olan mutludur, olmayan mutsuz.

11 Şubat 2015 Çarşamba

aynı

– Sen de hep aynısın.
– Yok canım aynı değilimdir. Dünden beri mesela değişmişimdir. Birkaç kaşım, yüzlerce saçım, minik kıllarım dökülmüştür, yenileri birkaç milim uzamıştır, beyaz. Binlerce hücrem ölmüş yerine yenileri doğmuştur. Bir gün daha yaşlanmışımdır. Saçlarım farklı bir şekilde kıvrılmıştır bugün. Derim eskisinden daha yaşlıdır artık. Bir sivilcem kurumuş, yeni bir tanesi toplamaya başlamıştır içimdeki irinleri. Yeni kararlar alıp vazgeçmişimdir. Dünyayı farklı bir gözle, o günden başka hiçbir gün göremeyeceğim bir gözle görmüşümdür. Yeni bir şeyler öğrenmişimdir. Cümleler kurmuşumdur her günkünden farklı ama hâlâ bozuk ve devrik. İnsanlardan bugün daha farklı bir sebeple nefret etmişimdir. Dünya dünkünden daha berbat bir yerdir ve ben o dünyada farklı zorunluluklarla yaşamaya devam etmekteyimdir. Böyledir işte. Aynı kalmamışımdır.

10 Şubat 2015 Salı

mesaj

18:58 Posted by aganta , No comments


İnsanoğlu gözlerimin önünde mucizeler yaratıp, o mucizeleri açıklamak için yeni icatlar çıkarttı. Bilimi kullandı, bilimi kullandıkça kendi yarattığı mucizelerden uzaklaştı. Ama her genellemenin bir istisna yarattığı düşünüldüğünde ve insanların iki taraf halinde bölünmeye doğuştan meyilli olduğu göz önüne alındığında bu konuda da bir ikilik çıkmaması mümkün değildi. Mucizelere inananlar ve mucizelere inanmayanlar. İşte tüm hikâye burada başlar.

sünepe



Sünepe, kendisine bu sıfat söylendiğinde üzerine alan kişidir.
Tebdil-i Dilde Külfetler sözlüğüne göre sünepe; kılıksız, uyuşuk ve sümsük kimse olarak tanımlanır.
Sümsüğe kadar her şey çok güzeldir.
Sümsüğe gelindiğinde işler değişir.
Sümsük kelimesi, konu üzerine düşünmemize sebep olur.
Düşünerek bir yere varamayız çünkü içimizden tekrar ettikçe, aklımıza görüntüler getirmeye çalıştıkça kelime anlamsızlaşır. Bir yerden sonra süm müdür sük, ya da sük müdür süm bilemeyiz.
Sonra adı geçen sözlüğe tekrar bakarız, hatta bu sefer tehditkâr bir havaya bürünmüşüzdür, biraz daha kötü kötü konuşursa kafa göz dalabiliriz.
Nafile bunlar hep.
Çünkü sümsük; uyuşuk davranan, miskin, aptal, mıymıntı, sünepe ve pısırık kişidir. 
Burada sözlük bize tüm bu özellikleri taşıyan kişinin mi sümsük olduğunu söylüyor yani? Birini çıkarsak, söz gelimi aptalı, sümsük olmaz mıyız? O zaman sümsük değilsek sünepe de değil miyizdir?
Tamam oldu bu iş.
Ben bu sözlükten gidiyorum.
Ama bir dakika.
Hayır dur.
Sümsük aynı zamanda bir kuş adı.
Hem de ayakları mavi bir kuş.
Kim ayakları mavi bir kuş olmak istemez ki?