30 Mart 2015 Pazartesi

anlatan




Bazen insanların anlattıklarından korkuyordum. Anlattıklarımdan da. Anlattıklarımı anlatacaklarından ise daha da çok korkuyordum. İnsanlar anlattıklarıyla var oluyordu ve ben bu varoluşu reddetmek istesem de susamıyordum. Bazen de diyordum ki ne olacaksa olsun ulan. Olsun. Olsun ve yalnız başıma öleyim.

27 Mart 2015 Cuma

yazamayan yazar




Bir adam bir roman yazmaya çalışıyordu. Günlerce düşündü, yazdı, çizdi, sildi, yırttı, arttı, pes etti, heyecanlandı, yıldı, umutlandı, vazgeçti, baştan başladı, ortadan başladı, sondan başladı, her seferinde başa döndü, üzüldü, ürktü, bıraktı, listeler yaptı, kitaplar okudu, okudu, okudu, yazdı, yazdı, yazdı. Tüm bunlar olurken zaman geçti. Haftalar, aylar, yıllar geçti. Adam da romandan vazgeçti. 
Ama sonra tekrar oturdu masasına, eline kağıdı kalemi aldı ve roman yazamamasının kitabını yazmaya başladı. Bu hikâye de onun taslağıydı.

17 Mart 2015 Salı

zombi




Bütün hafta sonu boyunca evden çıkmamıştık, adeta rüyada gibiydik. Kah film izliyor, kah sevişiyor, kah yemek yiyor, muhabbet ediyor, gülüyor, eğleniyor, kısacası tembelliğin dibine vuruyorduk. Gülüşlerimiz arasından nereden geldiğini anlamadığımız garıl gurul, krov kruv, hır kırrrr gibi bazı sesler duysak da kulak arkası ediyor, önemsemiyorduk. Hayat bize güzeldi. Fakat sonra süt bitti. Süt bitince de sevgili kocam süt almaya gitti. Uzun bir süredir onu bekliyor, bu satırları onu beklerken yazıyorum. Gelmiyor, sesler beni endişelendirmeye başlıyor, başına bir şey gelmiş olmasından ve pencereyi açıp dışarı bakmaktan korkuyorum. Ahh kapı çalıyor ama o sesler de gelmeye devam ediyor. Neyse açacağım. Kesin o geldi. Şimdi geliyorum. 
Kapıyı açamadım. Zil çalmaya devam ediyor. Bu sefer açacağım.




16 Mart 2015 Pazartesi

küçük şeylerin süper kahramanı







Ben de isterdim kötü adamı yakalayıp süper kahraman olmak, dünyayı kurtarıp her şeye dünyanın tepesinden bakmak. Ama işte küçük şeylerin süper kahramanıyım yalnızca. Bugün bi kediyi izledim, bir çöpü yerden alıp çöp kutusuna attım, kaybolan telefonumu buldum, bir sineğe pencereyi açtım, tüm insanlığın iyiliği için ayakkabılarımı sildim.
Geçen hafta da metrobüste, sırf insana benziyor diye bir adama gülümsemiştim. Bana deliymişim gibi baktı. Deli değilim dostum, süper kahramanım sadece demedim, kitabımı okumaya devam ettim.
Dünyanın en sıkıcı süper kahraman hikâyesi -neyse ki kısa- burada son buluyor.
Dı end.



13 Mart 2015 Cuma

gitmek

O gitti. Sen kaldın geriye. Şimdi lağım kokan, ışıksız, pencereleri boşluğa bakan bu yapış yapış odada sessizliğin seslerini dinliyorsun. Yalnızlığının kuytularında üşüyorsun. Hayatın ve kadınlığının tam ortasında.
Sesler geliyor. Komşu kadın çığlık çığlığa bağırıyor. “İstemiyorum seni. Seni istemiyorum. Burda olmak istemiyorum. Bırak! Gideceğim! Evime.” Son hecede çatallanıyor sesi. Tutsak bir çığlığa dönüşüyor. Duvarlara vuruyor belki de başını. Tutuyorlar onu, gidemiyor kadın.
O gitti. Elde sen kaldın sadece. Bir de yan komşudan gelen çığlıklar. O terk edince ölemedin bile. İçmediğin hapların son kullanma tarihini bekledin. Kafana sıkamadığın kurşunları biriktirdin. Üzerinden atlayamadığın köprülerden geçip gittin. Ölemedin.
Kapı açılıyor aniden. İçeriden gelen neşeler doluyor odaya. Kahkahalar, bağır çağır sevinçli adamlar ve kadınlar. Aynı evin arkadaşları onlar, ev arkadaşlığı dediğin başka ne olabilir ki? Bir adam şarkı söylüyor fonda. Çağırıyorlar, kalıyor kadın.
O gitti mutsuzluk kaldı geriye. Sen hatırlarken aptal bir gülümseme yerleşiyor yüzüne. Beyoğlu’nun her rüzgarda farklı bir hava, farklı bir ses getirdiği sokaklarda kalıyor hatıraların. Güldünüz. İçtiniz. Köşelere kustunuz içtiklerinizi, sevginizi, şevkinizi.
Kapının ardında boğuluyor içeridekilerin sesi. Yan dairedeki kadın hala ağlıyor. “Bunaldım. Anlamıyor musun? Gideceğim.” Karşısında bir adam. Adamın sesi yok.
O gitti. Sen ağlayamıyorsun bile. Odanın kokusuna sinmiş yokluğu. O otobüs durağında kalmış olmamışlığı. Hani fısıldamıştı kulağına: “Benimle kal, benimle öl.” Şimdi, en kalın kitaplarının arasında kurudu o günden kalan güller.
Kadın kalkıyor. Duman altı odadan çıkıp sesleri geçiyor. Koridorlar,
içindekilerden daha kısa. Dış kapıysa yakın. Apartman boşluğunda öylece ayakta dururken ışık sönüyor.
O gitti. Sen de git hadi. Çal şu komşunun kapısını. Diğer taraftalar. Bak bunlar nefesleri. Bak burada tükenmiş gülüşleri.
Işık tam söndüğü an basıyor zile. Nefesler şaşkınlıkla kesiliyor. Bir an sonra kapı açılıyor. Sessizlik tam ortalarında yoğunlaşıyor.
O gitti. Sen de tut şu rimelleri yanaklarını yalamış kadının elinden. Birlikte gidin. Yeni gülüşler, taze neşeler tüketin.

Elini uzatıyor kadın ağlayan kadına. Adamın eli hâlâ kapının kolunda, bekliyor. Kaybettiğini biliyor artık. Öfkesi yok, umudu yok, çaresi yok. Kalkıyor kadın, halıya silkeliyor gözyaşlarını. İki kadın üzerlerine kapanan kapıları açıp gidiyorlar. 


11 Mart 2015 Çarşamba

cadı

15:27 Posted by aganta , , , No comments







"Bir insan nasıl her şeyi bilebilir oğlum."
"Bu kadın biliyor abicim." dedi arkadaşı, sonra daha gizemli bir havaya bürünerek, bir sır verir gibi fısıldadı. “Her şeyi biliyor. Bütün mahlûkatın, nebatatın, beşeriyetin en derin sırlarını; yerin yedi kat üstünü, yedi kat altını, bilinmeyen diyarları, geçmişi, geleceği her şeyi ve her şeyi biliyor.”
Adam düşündü. O zaman onun öğrenmek istediği şeyi de bilirdi. Şüpheler içini kavururken bu bir çıkış yolu olabilirdi.
“Ölümsüz olduğunu söyleyenler var. Bir insan yeterince uzun yaşarsa her şeyi bilir.”





9 Mart 2015 Pazartesi

distopya








Pat pat pat. Kalabalığın birbirine ayak uydurup tutturduğu ritmi dinledi. Sabahları şehrin uğultusuna karışan bu düzenli patırtı midesini bulandırıyordu. Gri bir distopyanın içinde yaşadığını düşünüyordu bazen. Ama insanlar bir distopyada yaşadıklarını fark etmezlerdi. Bu, gerçeğin ta kendisiydi. Kalabalığa karıştı. Bu sürü, ite sürükleye götürecekti onu işe, kaygıya gerek yoktu. Önce metrobüse, sonra metroya, en sonunda da gönüllü işkencehanesine varacaktı, kurtuluşu yoktu. Birkaç yol ayrımında kalabalık aktarması yapması gerekiyordu o kadar.




6 Mart 2015 Cuma

kıymık

11:15 Posted by aganta , No comments


Bu gece zorla girdiğim evlerin sonuncusunun terasında oturmuş şehri izlerken bulmaya çalışıyorum içime bilmediğim bir zamanda girmiş o küçük parçayı. Her gece nerde bitip nerde başladığını bilemediğim, ben aradıkça batan, ben dokundukça acıyan, kanayan, kaynayan bir yaraya çarpıyor ellerim. Sızlıyor, zonk zonk zonkluyor da onmuyor bir türlü.

“Bu gece son”lardan bir tanesindeyim yine. Az sonra şehrin üzerine sapsarı bir gün doğacak. Gün yalnızlığıma batacak. Ve ben yine bir şehrin tepesinde içimdeki kıymığı atamayacağım.

4 Mart 2015 Çarşamba

uzaylı

16:10 Posted by aganta , , No comments



Uzaylıların dünyayı istila etmesi, üzgünüm ama, iki dakika sürer.
Bu dakikaların ilkinde uzaylılar dünyaya gelir ve tüm insanlığı yok eder.
İkincisinde insanlıktan artakalanları temizleyip işlerine bakarlar.
Dı end.