30 Mart 2015 Pazartesi
27 Mart 2015 Cuma
yazamayan yazar
17:51
Posted by aganta
kısa öykü, küçürek öykü, minimal öykü, roman, yazamayan yazar, yazar
No comments
Ama sonra tekrar oturdu masasına, eline kağıdı kalemi aldı ve roman yazamamasının kitabını yazmaya başladı. Bu hikâye de onun taslağıydı.
17 Mart 2015 Salı
zombi
Kapıyı açamadım. Zil çalmaya devam ediyor. Bu sefer açacağım.
16 Mart 2015 Pazartesi
küçük şeylerin süper kahramanı
13:32
Posted by aganta
kısa öykü, küçük şeylerin süper kahramanı, küçürek öykü, minimal öykü, öykü, süper kahraman
No comments
Geçen hafta da metrobüste, sırf insana benziyor diye bir adama gülümsemiştim. Bana deliymişim gibi baktı. Deli değilim dostum, süper kahramanım sadece demedim, kitabımı okumaya devam ettim.
Dünyanın en sıkıcı süper kahraman hikâyesi -neyse ki kısa- burada son buluyor.
Dı end.
13 Mart 2015 Cuma
gitmek
O gitti. Sen kaldın
geriye. Şimdi lağım kokan, ışıksız, pencereleri boşluğa bakan bu yapış yapış
odada sessizliğin seslerini dinliyorsun. Yalnızlığının kuytularında üşüyorsun.
Hayatın ve kadınlığının tam ortasında.
Sesler geliyor. Komşu kadın çığlık çığlığa bağırıyor. “İstemiyorum seni. Seni istemiyorum.
Burda olmak istemiyorum. Bırak! Gideceğim! Evime.” Son hecede çatallanıyor
sesi. Tutsak bir çığlığa dönüşüyor. Duvarlara vuruyor belki de başını.
Tutuyorlar onu, gidemiyor kadın.
O gitti. Elde sen
kaldın sadece. Bir de yan komşudan gelen çığlıklar. O terk edince ölemedin
bile. İçmediğin hapların son kullanma tarihini bekledin. Kafana sıkamadığın
kurşunları biriktirdin. Üzerinden atlayamadığın köprülerden geçip gittin.
Ölemedin.
Kapı açılıyor aniden. İçeriden gelen neşeler doluyor odaya.
Kahkahalar, bağır çağır sevinçli adamlar ve kadınlar. Aynı evin arkadaşları
onlar, ev arkadaşlığı dediğin başka ne olabilir ki? Bir adam şarkı söylüyor
fonda. Çağırıyorlar, kalıyor kadın.
O gitti mutsuzluk
kaldı geriye. Sen hatırlarken aptal bir gülümseme yerleşiyor yüzüne. Beyoğlu’nun
her rüzgarda farklı bir hava, farklı bir ses getirdiği sokaklarda kalıyor
hatıraların. Güldünüz. İçtiniz. Köşelere kustunuz içtiklerinizi, sevginizi,
şevkinizi.
Kapının ardında
boğuluyor içeridekilerin sesi. Yan dairedeki kadın hala ağlıyor. “Bunaldım.
Anlamıyor musun? Gideceğim.” Karşısında bir adam. Adamın sesi yok.
O gitti. Sen
ağlayamıyorsun bile. Odanın kokusuna sinmiş yokluğu. O otobüs durağında kalmış
olmamışlığı. Hani fısıldamıştı kulağına: “Benimle kal, benimle öl.” Şimdi, en
kalın kitaplarının arasında kurudu o günden kalan güller.
Kadın kalkıyor. Duman altı odadan çıkıp sesleri geçiyor.
Koridorlar,
içindekilerden daha kısa. Dış kapıysa yakın. Apartman boşluğunda
öylece ayakta dururken ışık sönüyor.
O gitti. Sen de git
hadi. Çal şu komşunun kapısını. Diğer taraftalar. Bak bunlar nefesleri. Bak
burada tükenmiş gülüşleri.
Işık tam söndüğü an basıyor zile. Nefesler şaşkınlıkla
kesiliyor. Bir an sonra kapı açılıyor. Sessizlik tam ortalarında yoğunlaşıyor.
O gitti. Sen de tut şu
rimelleri yanaklarını yalamış kadının elinden. Birlikte gidin. Yeni gülüşler,
taze neşeler tüketin.
Elini uzatıyor kadın ağlayan kadına. Adamın eli hâlâ kapının
kolunda, bekliyor. Kaybettiğini biliyor artık. Öfkesi yok, umudu yok, çaresi
yok. Kalkıyor kadın, halıya silkeliyor gözyaşlarını. İki kadın üzerlerine
kapanan kapıları açıp gidiyorlar.
11 Mart 2015 Çarşamba
cadı
"Bir insan nasıl her şeyi bilebilir oğlum."
"Bu kadın biliyor abicim." dedi arkadaşı, sonra daha gizemli
bir havaya bürünerek, bir sır verir gibi fısıldadı. “Her şeyi biliyor. Bütün
mahlûkatın, nebatatın, beşeriyetin en derin sırlarını; yerin yedi kat üstünü,
yedi kat altını, bilinmeyen diyarları, geçmişi, geleceği her şeyi ve her şeyi
biliyor.”
Adam düşündü. O zaman onun öğrenmek istediği şeyi de
bilirdi. Şüpheler içini kavururken bu bir çıkış yolu olabilirdi.
“Ölümsüz olduğunu söyleyenler var. Bir insan yeterince uzun
yaşarsa her şeyi bilir.”
9 Mart 2015 Pazartesi
distopya
16:04
Posted by aganta
distopya, kalabalık, küçürek öykü, metrobüs, minimal öykü, öykü, şehir
No comments
Pat pat pat. Kalabalığın birbirine ayak uydurup
tutturduğu ritmi dinledi. Sabahları şehrin uğultusuna karışan bu düzenli
patırtı midesini bulandırıyordu. Gri bir distopyanın içinde yaşadığını düşünüyordu
bazen. Ama insanlar bir distopyada yaşadıklarını fark etmezlerdi. Bu, gerçeğin
ta kendisiydi. Kalabalığa karıştı. Bu sürü, ite sürükleye götürecekti onu işe,
kaygıya gerek yoktu. Önce metrobüse, sonra metroya, en sonunda da gönüllü
işkencehanesine varacaktı, kurtuluşu yoktu. Birkaç yol ayrımında kalabalık
aktarması yapması gerekiyordu o kadar.
6 Mart 2015 Cuma
kıymık
Bu gece zorla
girdiğim evlerin sonuncusunun terasında oturmuş şehri izlerken bulmaya
çalışıyorum içime bilmediğim bir zamanda girmiş o küçük parçayı. Her gece nerde
bitip nerde başladığını bilemediğim, ben aradıkça batan, ben dokundukça acıyan,
kanayan, kaynayan bir yaraya çarpıyor ellerim. Sızlıyor, zonk zonk zonkluyor da
onmuyor bir türlü.
“Bu gece son”lardan
bir tanesindeyim yine. Az sonra şehrin üzerine sapsarı bir gün doğacak. Gün
yalnızlığıma batacak. Ve ben yine bir şehrin tepesinde içimdeki kıymığı
atamayacağım.